Petrol Üretiminin Zirve Noktası
Çok popüler bir görüş olmasına karşın Bilgi Çağı'nda yaşamıyoruz. Yaşadığımız çağ Petrol Çağı. Çevrenize baktığınızda gördüklerinizin arkasında petrolün dışında bir şey bulmanın imkansız olduğunu görürsünüz. Kalça protezi ameliyatından ayakkabı bağcıklarının ucunda sarılı olan ufak plastik parçaları veya büyük altyapılarımız... Hepsi sözde "bilgi çağını" mümkün kılıyor.
Sadece petrole olan nispeten gereksiz bağımlılığımız değil, pek de lüzumsuz diyemeyeceğimiz yemeklerde bile; en basitinden yemeklerimizin dünyaya dağıtılmasının arkasında bile fosil yakıtları görürüz. Fosil yakıtlar yiyeceklerimizin ekilip biçilmesinde kullanılır. Ayrıca tarlalarımıza saçtığımız gübreler topraktan çıkarılmış, hatta ve hatta fosil yakıtlardan elde edilmiştir (Tarlalarda kullandığımız amonyak ve üre, nitrojenin doğal gazdan havaya karışan hidrojen ile bir araya gelmesinden oluşur). Basitçe söylemek gerekirse, petrol ve geri kalan bütün fosil yakıtlar sanayileşen uygarlığımız ve modern yaşamlarımızın candamarlarıdır.
Gelelim Peak Oil'e (Petrol Üretiminin Zirve Noktası).
Bu terim (Peak Oil) ilk olarak petrol jeologu M.King Hubbert tarafından 1950’ lerde kullanılmıştır. Peak Oil, Hubbert vasıtasıyla geliştirilmiş petrol yataklarının özelliklerini alıp petrol üretiminin orta noktasına ve barometredeki en üst noktasına ne zaman ulaşacağını önceden gören bir metottur. Hubbert 1956 yılında Houston'da Shell isimli şirkette çalışırken, 1930 yılındaki 48 eyaletin en düşük petrol yatakları oranını baz alarak 1970 yılında petrol üretiminin en üst noktaya çıkabileceğini öngördü. Uzun lafın kısası, dalga geçildi. Ama bütün öngörüleri 1970 yılında doğru çıktı.

Kısacası Amerika artık üretim seviyesini daha fazla artıramayacağından, en geniş petrol üreticisi pozisyonunu kaybetti. Sallantıda olan üretici rolü – istediğinde kapılarını açabilecek ve kapatabilecek nitelikteki ülkeler – OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Organizasyonu) adlı kuruma saldırdılar. Devamında Orta Doğu'dan gelen petrol ambargoları ve takip eden yıllarda da bir dizi jeolojik saçmalıklar bunu takip etti.

Aynı zamanda birçok insan peak oil kavramını reddetmek için her yolu denedi. Amerika'nın 1970 yılında petrol üretimindeki zirve noktasını yaşaması peak oil kavramının dışlanacak bir teori değil, gerçek bir teori olduğunu gösteren bir belge niteliğindeydi. Bundan da öte 1964 yılında dünya genelinde yeni petrol yatakları keşfedildi. 1981 yılında ise ilk kez dünya çapındaki petrol çıkartma oranları, keşfedilen petrol yataklarının kapasitesini aştı. 2008' e atlarsak, 31 milyar varil petrol çıkarılırken sadece 7 milyar yeni kaynak keşfedildi. Tam olarak jeolojik terimlere göre ana soru şuydu: Peak oil ne zaman evrensel boyuta ulaşacak, yoksa çoktan ulaştı mı?
Bu sürekli niteliği değişen petrol için çok tartışmalı bir konu. Eğer zeminden delip pompalanan geleneksel petrolden gidecek olursak zirve aslında 2005 yılında gerçekleşti. (Sayısı gittikçe artan yazarlar yazılarında bu global çevredeki 2005 zirve noktasını, son ekonomik çöküntüleri ve süregelen ekonomik duraksamaları tetikleyen bir unsur olarak gösterdiler. Ekonomiler büyümeye dayalı olduğundan, büyümeye devam edebilmeleri için petrol seviyelerinin artışına ihtiyaç duyarlar.)

2005' ten beri dalgalı, inişli-çıkışlı durumda olan global petrol malzemeleri en ufak bir artış bile göstermiyorsa bunun nedeni “unconventional oil” dir (alışılmışın dışında yöntemlerle elde edilen petrol – kaya petrolü, katranlı kumlar, derin su petrolü). Fakat bir sorun var ki bu materyaller geleneksel kaynaklar kadar bol bulunamaz ve geleneksel petrol seviyelerinin düşüşünü telafi edemez.
Bundan da öte, kaya petrolü (shale oil) çıkarılma seviyelerinde aşırı artışlı bir ivme sergilerken (son kaya petrolü devrimine göre), aynı zamanda büyük bir düşüş de yaşar. Diğer bir deyişle yeni petrol çeşitleri hesaplaşma gününü ne kadar ötelerse, bu durum patlak verdiğinde – ki bazıları bunun bir sonraki aşamada gerçekleşeceğini düşünüyor, örneğin mevcut durum hakkındaki yazılarına bakılırsa Wall Street – petrol kaynaklarındaki düşüş o kadar kötü bir etki yaratacak. (Bu ne zaman olacak? Wall Street hayranı olmayan bir çoğunluk bile, bu olayın 2015 ile 2017 arasında gerçekleşeceği konusunda hemfikir.)
Son olarak, teknolojik evangelistlerin ve birçok çevrecinin umutları ve beklentilerinin aksine sözde "yenilenebilir" enerjilerin şu anda kullandığımız fosil yakıtların sağladığı enerjiye ulaşabilmesinin imkanı dahi yok (Günde yaklaşık olarak 90 milyon varil kullanılıyor ve bu sadece petrol). Ayrıca "yenilenebilir" enerjiler aslında yenilenebilir bile değiller – fotovoltaik (güneş pili) üreten fabrikalar gerekli olan enerjiyi güneş panellerinden sağlamaz – onlar da fosil yakıtlardan faydalanır. Diğer bir deyişle söyleyecek olursak, "yenilenebilir" bizim ihtiyacımız olan enerji için yeterli değildir (Örneğin; solar paneller, inventerler ve pillerin yaklaşık 20 yıl ömrü vardır).
Benzer bir şekilde biyoyakıtlar, ekinlerin büyümesi için petrokimyasal gübreler gerektirir. Hasat yapmakta kullanılan traktörler için mazot, imal tesisleri inşa etmek ve imal tesislerinin işlemlerini gerçekleştirebilmek için güç kaynağı ve hatta yakıt tedariğinde kullanılacak araç için fosil yakıtlar gerekir. EROI' leri (Energy Return Over Energy Input – Harcanan Enerjiden Sağlanan Enerji: giren ve çıkan enerji oranı) toplumların yüksek enerji talepleri göz önünde bulundurulduğunda ihtiyaçlar için yok denebilecek derecede düşük çıkar ve bazı durumlarda aşırı enerji kaybıyla sonuçlanır. İlk petrol buluntuları 100:1' lik bir oran verirken, şimdi ise dünya çapındaki petrol tedariğinden alınan EROI kabaca 20:1, fotovoltaik (güneş pili) gibi "yenilenebilir" enerji kaynaklarından elde edilen EROI ise yaklaşık 2.5:1' dir. Bu oranlar, endüstri toplumunun ve bunun bir getirisi olan kanıksanmış gerekliliklerin (sağlık, eğitim, ucuz ulaşım vb.) karşılanması için gerekli olan 15:1 oranının yanından bile geçemez.
Mevcut enerji tüketim seviyeleri hakkında inceleme (kaynak)
Bu durumda zamanımızın iki büyük sorunu; fosil yakıt ve endüstriyel çağın sonunun gelmesiyle nasıl başa çıkacağımız.
